12 Nisan 2011 Salı

Zülfü Livaneli ve Son Ada

Kitabın kapağı

Hepimiz kaçacak bir yer isteriz zaman zaman... Hatta mümkünse bu yer bir ada olmalı, martıları çığlık çığlığa, güneşe doğru hep uçmalı denizin üstünde. İnsanlar birbirini tanımalı ve selamlamalı sabahları, tanımayan insanlar adaya ayak basıp adalıların keyfini kaçırmamalı...

Sanırım hepiniz ah keşke dersiniz böyle bir kaçış noktasına :) benim böyle iki yerim var darlandığımda aklıma getirip, oralarda olduğumu düşlediğim. Birisi annemin memleketi İğneada, diğeri de kızım ve eşimle beraber en dinlendirici tatilimizi yaptığımız Datça-Palamutbükü... İğneada'nın ada kısmı sadece isminde :) kendisi ada değil, ama Istrancalar'ı aşıp sık ormanları geçerek ulaştığınız bu cennet yer size eminim bir ada havası yaşatacaktır.

İşte Zülfü Livaneli'nin Son Ada kitabını elime aldığımda da bu hisler içerisindeydim. Aklımdan yine martılar, ışıldayan deniz, mutlu insanlar, elinde dondurmalarıyla koşuşturan çocuklar vardı. Zülfü Livaneli aynı benim düşüncemdeki gibi cümlelerine başlamıştı. Mutlu insanlar, bir şort ve tişörtle gününü geçiren, çardaklar altında güzel sohbetler yapan ve anakaranın tasasından bir şekilde kaöıp adaya sığınan insanlar. Martılarla adadaki plajları aralarında paylaşacak kadar tokgözlü, birbirlerini tanıyan ve güvenen bu insanların keyfini ne kaçırabilirdiki... Bana göre hiçbir şey, hiç kimse. Ama yazara göre ''Başkan''...


Kitabın başka bir kapağı

Günün birinde bu cennet muadili adaya emekli ol-durul-muş bir Başkan yerleşir. Emeklilik günlerini sakince yaşamak için gelmiştir bu adaya değil mi? Eşi hanımefendiyle ve torunlarıyla mutlu emeklilik günleri yaşayacaktır adalılara göre. Ama Başkan'ın adaya adım attığı ilk günden itibaren adanın güzel talihi tersine dönecektir.

Bir kitap beni ele geçirdiğinde bitirene kadar okuduğum, uyumadığım, yemediğim günler çok olmuştur. Ama bir süredir bu huyumu kötü buluyorum. Çünkü güzel bir kitap bittiğinde yerine koyacak güzel bir kitap daha bulmak hemen olmayabiliyor. O yüzden yavaş yavaş okumaya çalışıyorum kitapları :) ne kadar becerebilirsem.

Sevgili Zülfü Livaneli bana göre her yaptığı şeyde mükemmeli yakalayabiliyor. Bir insan hem iyi bir gazeteci, hem iyi bir besteci, hem o iyi besteleri iyi söyleyen iyi bir şarkıcı, hem iyi bir insan ve hem de iyi bir yazar olabilir mi aynı anda? Demek ki olabiliyor... Kitabını mutlaka alıp okuyun, bugünlerde yaşadıklarımızla nasıl örtüştüğüne şaşıracaksınız. Maalesef :(

Aşağıda Yaşar Kemal'in kitap hakkında Radikal gazetesinde yazdığı yazıyı okuyabilirsiniz:

Zülfü’nün yeni romanı üstüne çoktandır bir yazı yazmak istiyor, rahat günler arıyordum. ‘Son Ada’ romanı beni vurmuştu. Bu romanı bir kere okudum. Elim değdikçe bir daha, bir daha okudum. Üstüste okuduğum bu roman üstüne ne yazılacaktı, merak ediyordum. Bekledim, bekledim, eleştirmenlerimizden ses çıkmıyordu.
Bir tane mi, iki tane mi eleştiri gördüm. Eleştirmen olduğunu bildiğim kişiler ‘Son Ada’yı görmemişlerdi. Bu roman yakında Fransızcaya çevrilecek. Eminim orada hak ettiği yazılar yazılacaktır.
Romanın konusu, daha doğrusu konuları çok ilginçtir. Pek çok konu bir ana konuya bağlanır, büyük klasikler gibi. Klasikler ana konunun yöresinde, içinde dolanıp dururlar. Zülfü’nün bu romanı da birçok sebepten dolayı klasikler içindedir…
Bize dışarıdan türlü türlü düşünceler geliyordu. Dışarıdan gelenlerin hepsini yazmayacağım da biri bir zamanlar çok tekrar ediliyordu. Bir arkadaşımız, ‘Konu romanı öldürür’ dedi, bundan sonra kimi görmüş konuşmuşsam konu romanı öldürür diyorlardı. Ben de onlara etmen eylemeyin arkadaşlar, konusuz roman olmaz, konular romanın ana gücüdür deyip durdum. Büyük bir Fransız şairi, romancısı arkadaşım vardı. Ona sordum, ‘Türkiye’de konu romanın ölümüdür diyorlar, ne diyorsunuz? Fransa’da böyle yazarlar var mı?’ ‘Olabilir’ dedi arkadaşım, ‘Sersemin biri atmıştır, o da Türkiye’ye kadar gitmiştir. Sen ne diyorsun?’ Önce böyle söyleyenlere güldüm geçtim. Sonra baktım olacak gibi değil, böyle roman yazılmaz dedim her yazarımıza, her roman okuyana. Baktım ki bir takım yazar konusuza gidiyor. Hazırlandım bir de konferans verdim. Konusuz roman yazılmaz.
Gençliğimde Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino sürgün olaraktan Adana’ya gelmişlerdi. Abidin Dino Türksözü gazetesinde yazıişlerinde çalışıyordu. Beni Arif Dino’yla o tanıştırdı. Arif Bey büyük bir ressam, şair ve büyük bir kültürdü. Her zaman ‘Arif Dino benim üniversitemdir’ diyorum. Bu doğrudur.
Onunla edebiyat ve sanat konuştuk. Roman yazmaya başladığımda dedi ki, sana roman için bir gerçek söyleyeceğim, iyi dinle. İyi dinlemesen de olur çünkü söyleyeceğim hikayelerinden de belli. Gene de söyleyeceğim: Bu çağda bir kısım romancı tek, ana tipten korkuyor. O zaman da roman roman olmaktan çıkıyor. Senin hikayelerinde bile tek tip var, yani ana tipler var.
‘İnce Memed’ tek tipli bir romandır. Zülfü’nün romanları da tek, yani ana tiplidir. Zülfü Livaneli bir diktatörü yazıyor. O güzelim Türkiye’nin halkları bir demokrasi görmedilerse, durup dururken savaşlara girmişlerse diktatörlerin yüzündendir. Diktatörler her zaman tek kişi değillerdir. Çok kişi de olabilirler. Güney Amerika’da onlar çoğunlukla askerdirler, ordulardır. Güney Amerika’daki ülkeler çoğunlukla askeri diktatoryayla yaşadılar. Daha da diktatörlerle yaşayan ülkeler var. Bize gelince biz de bir çeşit askeriyeyle yaşadık. Bunun adını da sıkı yönetim koyduk. Cumhuriyetin seksen yılının neredeyse yarısını sıkı yönetimle geçirdik. Demokrasi göremedik. Demokrasiye ulaşamadık. Daha da korkuyoruz. Korkmasak iyi olacak, çünkü bugünlerde ülkemizde demokrasi isteyenler hızla çoğalıyor. Bana öyle geliyor ki demokrasiyle karşı karşıyayız. Şunu söyleyeyim ki Güney Amerikalılar gibi olmayacağız. Bizim halkımıza güvenmeliyiz.
Güney Amerikalılar son zamanlarda önemli yazarlar yetiştirdiler. Bu yazarların çoğu dünya yazarı oldu, hemen hemen her ülkede tanındılar. Bu yazarların büyük bir kısmı dışarda yetişmişlerdi. Paris’te bu yazarlardan epeysiyle tanışmıştım. Avrupa onları çok tutmuştu. Birçok yayıncıda onların kitapları basılıyordu. Dünyada en tanınan onlardı. Onların büyük yazarları daha da dünyanın yayınlarındandır.
Güney Amerika yazarlarının ilginç bir hünerleri var. O hüner zor bir hüner. Bu hünerli yazarların birçoğu Türkçeye çevrildi de hepsini bilmiyorum. Yazarlar bir araya gelmişler, herkes bir diktatör üstüne bir roman yazsın demişler. Kimi bilinen bir diktatörü yazsın, kimi de isterse kendi diktatörünü yazsın. Birçok yazar konularınıyazmışlar. Bunlar da dünyada çok tanınmışlar, satılmışlar.
Zülfü’nün romanın bunlarla hiç bir ilgisi yok. Zülfü’nün romanı başka bir roman. Yepyeni. Ben bu romanı okuduğumda şaşırdım kaldım. Zülfü yepyeni bir ustalık, yepyeni bir roman getirmişti. Beklemediğim bir yenilikti Zülfü’nün getirdiği. Zülfü’nün yarattığı yeniliği okuyucuya bırakmak istiyorum ya, yapamıyorum. Önce zalimliği gözükmeyen gizli bir zalim. Gururlu ama gururu hiç belli değil. Böylesi adamda ne bulunursa onda da var ama hiç belli değil ya da davranışlarını saklıyor. Biz adamları tanıyoruz. Onları çok iyi tanıyoruz. Böyle bir insanı bulmak, yazan her usta romancının karı değil. Zülfü’nün romanlarındaki inceden ince psikolojiyi bulmak kolay değil de böyle incelikleri bulamayanlar üzülemez çünkü onun romanları zenginliktir. Doğa, yan tipler hepsi de romanda özel bir ses, bir zenginliktir. Bu romanda yaşam kadar canlılık vardır. Her romancıya nasip olmaz.
Bütün zenginliği bize gösteren romandaki dildir. Bir romancı her romanını aynı biçimde, aynı dille yazıyorsa o roman roman olmaz, solar gider, kalıcı olamaz. Bir roman kalıcı bir roman olacaksa dilini kendi yaratacaktır. Zülfü bu romanında romana göre bir dil yaratmıştır, bundan dolayı da kalıcı olacaktır.
Bu romanda insanların hepsi de canlı ve yaşıyorlar. Bir de tilkiler var. Bir de orman var, ormanın çamları, tilkilerin vatanı, bir de martılar. Hiç bilmediğimiz martılar… İnsanlardan bile daha güçlü anlatılmış. Zülfüce yaratılmış martılar başka bir romanda, başka bir yerde olamazdı. Bakkalın bir sakat çocuğu var. Sakat mı değil mi romanın sonuna kadar bilmiyoruz. Bu çocuk bu romanda olmasaydı, roman bu kadar büyük olamazdı. Bir de bu romanın trajik yanı var, başka bir romanda olsaydı romanı da alır götürür şuraya atardı. Zülfü bu romanda inanılmaz ölçüler, olanaklar yaratmış. Her şey birbirine uyuyor. Edebiyatta görkemli bir söz vardır, büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir eserin yazarı demek.
Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.